Profile
Blog
Photos
Videos
GÜN 10 GÜNLERDEN CUMA:
Sabah yine harika bir güne uyandık...
Türkiye'm ne güzelsin be...
Toparlandık Marinadan çıkarken daha güneş doğmamıştı.
Sörfçülerden eser yok ..
Koyun dışına çıkınca güneş ufuktan yüzünü gösterdi..
Bugün hedefimiz Kuşadası nı aşıp Davutlar'ın ilerisinde Güzel çamlı diye küçük bir limanı bulmak..
Yaklaşık 55 mil yolumuz var ...
Burası Dilek yarımadası girişinde milli parkın hemen yanıbaşında...
Kuşadası'nın adını verdiği Kuşadası Körfezi ve yakın çevresi, sanat ve kültür merkezleri olarak bilinmektedir ve ilk çağlardan beri birçok farklı medeniyeti barındırmıştır.
M.Ö. 3000 yıllarında Lelegler, M.Ö. 11.yy'da Aioller, M.Ö. 9.yy'da İyonlar bölgede hâkim olmuşlardır.
Büyük Menderes ve Gediz ırmakları arasında kalan alan, antik çağlarda İyonya adını alır. Tüccar ve denizci olan İyonlar denizaşırı ticaret sayesinde kısa zamanda zenginleşmişler ve üstün bir politik güce sahip olmuşlardır.
Tarihte "İyon Kolonileri" adını alan 12 şehir kurmuşlardır.Kuşadası, antik çağlarda Anadolu'nun Akdeniz'e açılan başlıca limanlarından biri idi.
O devirde Neopolis adı ile anılıyordu.
M.Ö. 7.yy.da başkentleri Sardes olan Lidyalılar yöreye hâkim olmuşlardır.
M.Ö. 546'da başlayan Pers hâkimiyeti, M.Ö. 334'de Büyük İskender'in tüm Anadolu'yu ele geçirmesine kadar devam eder.
Bundan sonra Anadolu'da Grek medeniyeti ile yerli Anadolu medeniyetinin sentezi olarak yepyeni bir çağ, yepyeni bir sanat ve kültür anlayışı hakim olur ve bu çağ "Helenistik Çağ" adı ile anılır.
Efes, Milet, Priene ve Didim bu devrin en ünlü şehirleridir.
M.Ö. 2. yy.da Romalılar yöreye egemen oldular.
Hristiyanlığın ilk yıllarında, Meryem Ana'nın ve havarilerinden St. Jean'ın Efes'e gelip yerleşmesiyle burası bir dini merkez haline gelir.
Miletus da Hristyanlık çağında Piskoposluk merkezidir.
Bizans Çağında "Ania" adı ile anılır.
Kuşadası, ortaçağda korsanlar tarafından kullanılan bir liman olmuştur.
15.yy.da, Venedikliler ve Cenevizliler zamanında şehir "Scala Nuova" adını alır.
Kuşadası, 1413 yılında 1.Mehmet (Çelebi) tarafından Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine katılmıştır.
Bu tarihten sonra, şehir tamamen Türklerin elinde kalmış ve Türklerin yaptığı eserlerle dolmaya başlamıştır.
Bunlardan bugünkü Kervansaray ve Kuşadası'nı çeviren surlar, Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Surlarla çevrili şehre o zaman ancak üç kapıdan girilebilmekteydi.
Bu kapılardan bir tanesi, Barbaros Hayrettin Paşa Caddesi ile Kahramanlar Caddesi’ni birbirinden ayırmakta ve üst kısmı önceden Şehir içi Trafik Bölge Amirliği olarak kullanılmıştır, fakat şimdi Olay Yeri İnceleme Büro Amirliği olarak kullanılmaktadır. Diğer kapılar bugün mevcut değildir.
Küçükada, Bizanslılar için önemli bir askeri üs görevini yapan önemli bir yerdi,
1834 yılında büyük bir yenilenme görmüş ve ünlü kalesi yapılmıştır.
"Kuşadası" adı bu kaleden gelmektedir.
1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Kuşadası'nda yaşayan kişi sayısı 15.000 kişidir. Bunların çoğunluğu (%58,6) Türklerden oluşmaktadır (8.822 kişi). Kuşadası'ndaki Rum nüfusu ise 6.121 kişidir (%40,7).
Kuşadası, Kurtuluş Savaşı'nda 1919-1921 yılları arasında İtalya'nın, onların çekilmesiyle Yunanistan'ın işgaline girdi ve 7 Eylül 1922'de düşman işgalinden kurtuldu.
Kuşadası önünden geçilir de Öküz Mehmet Paşa anılmaz mı ?
Öküz Mehmet Paşa I. Ahmet saltanatı döneminde 17 Ekim 1614-17 Kasım 1616 ve Genç Osman saltanatı döneminde 18 Ocak 1619-23 Aralık 1619 tarihleri arasında toplam üç yıl, yedi gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.
Öküz sıfatı bazı kaynaklarda iddia edildiğinin aksine Oğuz kelimesinin değişikliğe uğramış hali olmayıp, babasının Karagümrük'te öküz nalbantlığı yapmış olması ile alakalıdır.
İlk sadaretinden, 1616'da çıktığı İran Seferi'nde Safevilere yenik düşmüş olmasından ötürü azledilmesi sonrasında tayin edildiği Aydın Valiliği esnasında Batı Anadolu ticaretinin gelişmesini teşvik için Kuşadası'nda inşa ettirdiği kervansaray (sonradan ticari merkez yabancı tacirlerin tercihiyle İzmir'e kaymıştır) onun adını taşımaktadır.
Ayrıca, ikinci sadaretinde, İran Seferi esnasında, Niğde'nin Ulukışla ilçesinde de bir kervansaray inşa ettirmiş olup, bu yapı sonradan Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" şiirinin ilham kaynağını oluşturmuştur.
1619 yılında ölmüştür.
Öküz Kara Mehmet Paşa'nın mezarı Halep'tedir.
Çevresindekilerce gizliden gizliye "Öküz" olarak adlandırılmış olan Mehmet Paşa'nın komuta ettiği ve İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak çadırında toplanmış taarruz planlarını gözden geçirirlerken, birliklerin iaşesi ve taşıma işleri icin getirilmiş öküzlerden biri çadırın aralığından kafasını uzatıp gözlerini Öküz Mehmet Paşa'ya dikmiş.
Çevresindekiler gülmemek icin kendilerini zor tutmuşlar, biraz tebessüm ederlerken, ökuz gitmiş. Ancak bir süre sonra tekrar gelip, başını yine içeri uzatmış ve yine uzun uzun Öküz Mehmet Paşa'yı süzmüş. Bu sefer çevresindekiler artık kendilerini tutamayıp kahkahaları basmışlar.
Herkes gülmekten kırılırken, Ökuz Mehmet Paşa, "Bu hayvan bana ne diyor biliyor musunuz?" diye sormuş.
"'Hadi senin kim olduğunu anladım da, bu yanındaki eşekler neyin nesi?' diye soruyor."
İşte böyle kimler geldi kimler geçti buralardan ?
Körfezin dibinde Çamlı bahçe'ye doğru süzülüyoruz ...
Sancakta Sisam adası...
Sisam (Yunanca'da Samos, Σάμος) Dilek Yarımadası'nın karşısında bir ada. Bu adanın en büyük yerleşim merkezi olan şehri, merkezi bu şehir olan ve Sisam adasını,Ahikerya (Yunanca'da Ικαρία, İkarya) adasını ve bölgedeki birkaç küçük adayı kapsayan idari bölgenin (nomos) adıdır.
Tarihte kurulan on iki İyon kolonisinden biridir.
Sisam şehrinin (Yunanca'da Vathy de denir) nüfusu 44000'dir.
Dilek Yarımadası'na oldukça yakındır.
Kuşadası'ndan günlük işleyen birkaç seferle deniz yolunda kolaylıkla ulaşılabilen Sisam adasının görülmeye değer pek çok yeri vardır.
Bunlar arasında antik kent, kente su taşıma amaçlı MÖ 6. yüzyıldan kalma tünel, Hera tapınağı, herkesin Türkçe konuştuğu Karaveli köyü, Yenikarlovası balıkçı kasabası sayılabilir.
AyrıcaGümüldür'den rahatlıkla görülebilen ve Tavşan Adasının tam karşısındadır.
Yunanistan'ın Osmanlı'dan en son işgal ettiği adadır.
Beni esas ilgilendiren yanı tarihsel katkıları....
Burası Pitagorasın doğum yeri..... hani şu geometriyi başımıza bela eden ünlü pitagoras teoreminin mucidi..
daha da önemlisi benim esas adamım Epicurus'un doğduğu ve yaşadığı ada olması..
Kendime çok yakın hissediyorum bu Epicurus'u neler demiş ?
biraz anlayalım hocayı....
Epikuros bir ahlak felsefesi geliştirmiştir ve felsefenin ana düşüncesi mutluluktur (eudaimonia). Temel amacın mutluluğa ulaşmak olduğunu belirtir.
Felsefenin görevi de buna göre belirlenmiştir, insanın mutluluğa giden yolunu araştırmak.
Klasik felsefenin soyut tartışmalarıyla Epikuros bu hedefin dışında ilgilenmemiştir.
Mantık da, doğru yaşama ulaşmak için gerekli olan bilginin üretilmesini sağlayan bir araçtır.
Doğru bilgi olmadan doğru eylemlilik olmayacaktır;
doğru bilginin ölçütü ise ikili bir temele sahiptir, ilki duyu verileri ikincisi ise haz ve acı duyumlarıdır.
Epikuros'a göre; insan, tanrı ve ölüm korkusundan kurtulmalıdır .
Kuruntulardan ve önyargılardan arınarak buna ulaşılabilir.
Bu noktada Epikuros'un felsefesine Demokritos'un atomcu teorisinin etkileri karışır. Doğadaki her şey atomların mekân içindeki hareketlerinden meydana gelmektedir. Yalnızca bu hareket mekanik bir zorunlulukla meydana gelmez.
Bu doğa düşüncesiyle Epikuros Tanrı kavramını dışta bırakmaya çalışır.
Tanrının varlığı yokluğunu değil dünyaya karşı ilgisizliğini belirtir.
Ayrıca ruh konusunda da maddi bir açıklama öne sürer, ona göre insan ruhu maddi bir niteliğe sahiptir, başka türlü var olabilmesi söz konusu olamaz.
Ruhun maddi varlığını açıklamak üzere Epikuros onun dört ögeden meydana geldiğini belirtir. Ateş, soluk, hava ve adlandırılamayan dördüncü bir öge.
İlk üçü bedensel kısmı meydana getirir, dördüncü öge ise ruhsal kısmı oluşturur.
İnsan ölünce bu ögeler dağılır, yani birliklerini kaybederler. Dolayısıyla ölümsüzlük ya da ruh-göçü diye bir şey olamaz.Ölüm konusunda bir anlamda Epikurosculuğun ünlenmesinde etki etmiş olan yaklaşım, Epikür'ün bir sözüne dayanır:
Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.
Bu yönde bir ahlak felsefesi geliştirmiş olan Epikuros, tek amaç olarak mutluluğa ulaşmayı hedeflemesine bağlı olarak, istenç özgürlüğü fikrinin de savunucusu olmuştur.
İnsan mutlak ve kaçınılmaz bir zorunluluğun kölesi olamaz, o kendi kaderini belirleyebilir ve felsefenin görevi, insana bunun kanıtlanmasıdır.
Elbette insan iradesi bir çok içsel ve dışsal koşul tarafından belirlenmektedir; ancak insan bunlara rağmen kendi kararını verebilmekte, hatta içinde bulunduğu koşullar hakkında da kararlar alabilmektedir ve bu anlamda koşullarına mutlak anlamda bağlı değildir.
Ayrıca Epikuros yasaların bu kararları etkilemesine izin vermememiz gerektiğinide anlatır.
Bunu şu sözleriyle açıkça belirtmiştir;
"Kural insan için bir hapishanedir.Çünkü insanı hapseder ve onun özgürlüğünü elinden alır." der.
Bütün bunlar Epikuros'un ana yönelimi olan ahlak felsefesinin genel yapısını gösterir. Etik temeldir Epikuros'ta, çünkü insana neyin doğru neyin yanlış, yani mutlululağa ulaşmak için neyin yapılması neyin yapılmaması gerektiğini gösteren, etiktir.
Burada bir tür hazcı düşüncenin, özellikle Kirene Okulu'nun doğrultusunda bir tür hedonizmin geliştirilmesi sözkonusudur.
Haz, bu bağlamda, canlı bir varlığın her tür gayret ve isteminin doğal bir sonucudur. Ancak temel bir farklılık vardır Epikuros'un hazcılığında. Haz Epikuros'ta, acıdan kaçınma eğilimi olarak negatif bir anlam boyutuna sahipttir.
Onun erdem teorisi de bu yaklaşımlara bağlı olarak ortaya çıkar.
Erdem, doğru yaşamak düşüncesiyle bağlantılıdır; doğru yaşamaksa mutluluğu aramak ve ona ulaşmakla bağlantılıdır.
Bilgelik erdemdir sözü Epikuros'ta bu bağlamda şekillenir.
Onun toplum ve devlet üzerine düşünceleri, ahlak felsefesinden ayrılamaz; Epikuros bunları, bireyin korunması ve mutluluğa ulaşması bakımından önemser.
Epikurosçu felsefede asıl önemli olan kavram dostluk kavramıdır.
Ona göre bilgeliğe yaraşan insani ilişki biçimi dostluktur.
Seviyorum bu herifi vesselam ...
Güzel Bahçe barınağı çok hoş ve çok küçük girerken bir topuk var fakat bizim su kesimi burayı kazasız geçmemize olanak sağlıyor..
Yerel tekneler bize yer açtılar güzel bir yere bağlandık..
Bordada ki tekneler karaya çıkmamıza yardımcı oluyorlar...
Tam barınağın karşısındaki lokantada püfür püfür imbata karşı yemeğimizi yedik...
imbat tüm yorgunluğumuzu alıyor ...
Güneşi batırıncaya kadar kitap okuduk vakit öldürdük ve güneşi batırmak üzere belde merkezine doğru yürüdük.
Çok güzel bir kahveye oturduk.İnternet'i varmış olanaklardan yararlandık.
Güneş bir battı ki anlatmakla bitmez...maviler kızıla karıştı...insanı fotoğrafçı olmaya heveslendiren bir gün batımı oldu.... barınağa yürüyerek döndük ve oradaki bir lokantada akşam yemeğimizi yedik...
sahil curcuna...
varoş bir ortam almış başını gidiyor...
Nerede Alaçatı nerede Güzel çamlı...
Güzel olan sadece adı...
Duruma baktım baktım ve sadece kararlı ve bilinçli bir belediyenin neler yapabildiğine tanık oldum...
Dünyanın en güzel sahilleri olan bu Ege sahillerinde ya Alaçatı gibi olursun ya da yok olursun...
Benim oturduğum Datça, yok olmayı seçti....
Her gün,günün karelerini toplayarak video haline getirdim ve kolaylık olsun diye You tube'a koydum ...ilgileniyorsanız aşağıdaki linki tıklamanız yeterli:
http://www.youtube.com/watch?v=2Ew6UifJadA
- comments